Durmuş dede, 75 yaşında, ve onun hikayesi yalnızca bir zanaat ustasının yolculuğunun ötesinde. Neredeyse yarım asırdır sürdüğü el sanatları, geleneksel ustalığın zamana meydan okuyan bir örneği olarak günümüzde parlayabilir. Çocuk yaşlarından itibaren başlayan bu tutku, onun hayatının merkezine oturmuş ve pek çok insanın hayalindeki mesleğe ilham vermiştir. Ancak, teknolojik gelişmeler ve değişen yaşam tarzları nedeniyle geleneksel el sanatlarının öneminin azaldığı bir dönemde yaşıyoruz. Durmuş dede, bu kısır döngüyü kırmanın ve unutulmaya yüz tutmuş zanaatlerin tekrar canlandırılmasının peşindedir.
Durmuş dede, zanaat hayatına 8 yaşında başladığını ve o günden bu yana süregelen bir hikayesi olduğunu anlatıyor. Özellikle geleneksel ahşap oyma sanatı üzerine uzmanlaşan Durmuş dede, ağaçların ruhunu keşfetmenin onurlu bir zanaat olduğunu vurguluyor. “Ağaçla konuşmak gerekir,” diyen ustamız; her bir parça ahşabın kendi hikayesine, dokusuna ve özüne saygı gösterilmesi gerektiğini ifade ediyor. İlerleyen yaşına rağmen, zanaatını icra etmeye olan bağlılığı ve sevgisi, genç yaşlardan itibaren öğrettiği öğrenme azmi ve tutkusu, onu diğerlerinden ayırıyor.
Durmuş dede, ahşap işçiliklerinin sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir sanat dalı olduğunu savunuyor. Kendi atölyesinde yaptığı her eser, geçmişten gelen bilgilerin ve becerilerin ustaca harmanlandığı birer sanat eseri. Hayatının büyük kısmını bu sanata adayan dede, gençlerin ve yeni kuşakların zanaata ilgi duyması için çeşitli atölyeler düzenliyor. “Bu sadece zanaat değil, ruh halimizin bir dışavurumu. Gençlerin bu sanata ilgi duyması, onların kışkırtıcı modern dünyasında kendi kimliklerine bir yol bulmalarını sağlar,” diyor.
Zamanla birlikte geleneksel zanaatlerin azalması, insanların bu değerli becerilere olan ilgisini azaltmış görünüyor. Ancak Durmuş dede, zanaatını ilerleterek ve genç nesillere aktararak bu geleneğin yaşatılması gerektiğine inanıyor. “El işçiliğiyle yapılan hiçbir şey, fabrika üretimiyle karşılaştırılamaz. Her bir eser, ona emek veren kişinin ruhunu taşır,” diyor. Zanaatın ötesinde, onun yaşam felsefesi de mühim bir kavramla şekilleniyor: “Ruhumuzu beslemek.”
Durmuş dede'nin hikayesi, yalnızca bir zanaatkâr olarak kalmakla sınırlı değil. Aynı zamanda gençleri bu geleneğe çekerek ve onlara ilham vererek bir eğitimci olma sorumluluğunu da üstleniyor. Yaşadığı dönemde, gençlerin dijital dünyada kaybolduğunu düşünen dede, onların gerçek sanatla buluşmasının ve geleneksel becerileri öğrenmelerinin önemli olduğunu vurguluyor. “Elimizle yaptığımız şeyler, emek verdiğimiz zaman gerçeğin bir parçasına dönüşür,” diyerek, genç kuşaklara tavsiyelerde bulunuyor.
Sonuç itibariyle, Durmuş dede'nin hikayesi ve çabaları, yalnızca hayatta kalmakla kalmayıp, aynı zamanda bu sanatın önemini vurgulamak için bir çağrı niteliğinde. Unutulmaması gereken önemli bir gerçek var: Geleneksel zanaatlerin kaybolmaması için herkesin üzerine düşeni yapması gerek. Durmuş dede, bu çabanın liderlerinden biri olmaya devam ediyor ve bu geçmiş değerlerin geleceğe taşınması konusunda kararlılıkla çalışıyor. Vizyonu, kendi sanatını yalnızca bir zanaat olarak değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi olarak görmesidir. Bu yaşam biçimi, sevgi, saygı, emek ve özveri ile beslenir.
Durmuş dede, zamanla yarışmayı değil, zamanla uyum sağlamayı seçmiş ve zanaati kendi tarzında yaşatarak, sadece kendisi için değil, tüm gelecek nesiller için bir örnek oluşturmayı sürdürüyor. Tüm bu özverileriyle, geçmişin zanaatını geleceğin gençlerine aktarma görevini yerine getiriyor. O, sanatının ve el işçiliğinin kaybolmaması için mücadele eden son ustalardan biri olmanın bilincinde ve birlikte çalıştığı genç zanaatkarların yetişmesine vesile olmanın gururunu taşıyor.